5 Mart 2017

Seafret: Aramızdaki Okyanuslar


İstanbul'un müzik sahnesi olarak son zamanlarda ne kadar güçsüzleştiği ve hareketliliğini kaybettiği fazlca yazılır bir konu haline geldi. Uluslararası çapta büyük isimlere uzun zamandır hasretiz ama İstanbul'un kış sahnesini oluşturan marka mekanları da orta ölçekli isimleri ülkeye getirmekte güçlük çekiyor. Bu gidişatın bir süre daha böyle gideceğini ön görmekse hiç zor değil. Salon İKSV, böyle bir ortamda yine programındaki çeşitliliği korumayı başarabilen ender mekanlardan bir tanesi ve oldukça değerli.

Seafret, ilk albümleriyle büyük bir çıkış yakalamış İngiliz bir ikili. Geçtiğimiz yıl yayınladıkları, bir EP üstüne yeni şarkılarıla yayınladıkları LP'leriyle hatırı sayılır bir kitle yarattılar. İlk singlelarının Messie Williams'lı klibiyle de kitlelerini genişlettiler. Gerçekten sağlam bir kemik kitleye sahip olduklarını Salon konserlerinde gördüm. Şarkıları ezbere bilinen ve heyecanı hiç düşürmeyen bir ikili olarak sahnedelerdi. Seyircilerin heyecanının karşılıksız kalmaması da bir o kadar doyururcu oluyor her zaman. İkilinin sesi olan Jack Sedman, oldukça güçlü ve temiz bir sese sahip. Bunu albümde olduğu gibi, hatta daha yüksek perdeden duymak sahnelerini güçlendiren bir kısım. Diğer kısımda ise, Harry Draper bulunuyor. Draper, ikilinin adeta sahnedeki dinamosu. Elindeki gitarı bırakıp klavyenin başına geçmesi, sonrasında yine eline gitarını alıp kickle tek kişilik bir orkestra gibi sahneyi doldurması gerçekten konserin enerjisini yükselten en önemli unsur oldu. Jack de bunun için sanırım sahnenin biraz solunda konumlanmıştı ki, Harry'e daha fazla alan kalsın.

Seyirciyle iletişimi kurmakta zorlanmadılar, zaten her harekete ve cümleye çok güzel tepki veren bir kitle vardı; işlerini kolaylaştırdılar. Seafret gibi yeni bir grubun böylesi enerjik ve heyecanlı bir kitleye sahip olduğunu bilmiyordum ve bunu görmek şaşkınlık yaratmadı değil. Özellikle grubun yaptığı müziği göz önüne alınca, daha sakin bir kitle beklemek mantıklı geliyor. Ama oldukça heyecanlı ve keyifli bir performans ortaya çıktı; özellikle sahne önüne konuşlanmış müzikseverlerin bu ortamı yaratmaktaki payı oldukça fazla. Seafret'in bir sonraki turnesinde yeniden İstanbul'a geleceğini rahatlıkla ön görebiliriz bana kalırsa.

Konser boyunca aklımda tek bir soru vardı: Acaba cover olarak ne çalacaklar? Kendi şarkılarının hepsini çalacakları konusunda emindim zaten ama bu çok kısa sürecekti. Jack ve Harry şakalaşırken bir coutry müziği muhabbeti döndü, ben de esin kaynaklarını duyabileceğimizi düşünerek içten içe sevindim. Ama ne yazık ki öyle olmadı ve konseri yalnızca kendi şarkılarını söyleyerek tamamladılar. Bu konuda tek şikayetim tadının fazlasıyla damağımda kalması oldu. Biraz daha dinlemeyi gerçekten isterdim ama onlar turnelerinin sonunadoğru yalnızca bir kere encore yapmayı yeterli gördüler. Yeterli miydi? Büyük ölçüde evet, çok iyi bir performans sergilediler ve fazlasına hayır demezdik. Fakat, sonrasında vestiyerin ordaki masaya geçerek herkesle fotoğraf çekildiler ve imza dağıttılar. Acele etmediler, isteyenlerle şakalaşıp sohbet ettiler. Enerjileri sahnedeki gibi çok sıcaktı. Eminim ki, memnuniyetsiz ayrılan olmamıştır.

Salon'un sezonluk takvimi çok güzel alternatifler barındırıyor her sezon olduğu gibi. Bu zor dönem içerisinde programındaki çeşitliliği koruyabilmesiyle her zamankinden daha da ön plana çıkıyor diyebiliriz. Mart ayı gibi, Nisa ayı da pek çok güzel ve keşfe açık ekiple dolu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder